1 Eylül 2010 Çarşamba

Denizde "Keyif"li Gunler.. Part 4

Ucuncu gunumuzde Bozcaada'dan bu sefer buruk bir ayrilis yaptik. Cok sevdigimizden mi oyle oldu yoksa ilk Ege duragimiz oldugundan mi su anda tam karar veremiyorum ama ayrilmasi zor oldu.. Rotamizi Ayvalik'a dogru cevirdik ve ruzgar da tam istedigimiz gibi esince yelkenlerimizi de actik. 3 farkli tanidigimiz da Musellim Gecidinden gecerken dikkatli olmamizi soyledigi icin biz de surekli tetikteydik.. Musellim Gecidi neresi diyenler icin, Midilli Ada'sinin kuzeyi ile yaklasik Assos civari arasindaki deniz oluyor, burada Midilli'ye yakin gecmemek gerekiyor cunku cesitli sigliklar mevcut. Guzel guzel 15 knot civari esen ruzgar, gecide yaklastigimizda bir anda 25 civarina cikti, babam ve ben halimizden gayet memnun ilerlerken annem ve Rana gittikce daha cok tedirgin olmaya basladi, ve en son Rana'nin "Ercument Amca, lutfen kapatalim yelkenleri" derkenki ses tonunu da duyduktan sonra yelkenleri kapatip motorla devam etmeye karar verdik..

Ancak niye ruzgar tekrar 15lere dustugunde yine acmadigimizi yelkenleri hala merak etmekteyim. O anda birtek yelken yapmayi seven ben miyim diye gecirmedim degil icimden.. Hem yelken acamamak, hem de babamin Yunan karasularina girmeme inadindan dolayi rotamiz uzadi ve biz ancak 9.30da Ayvalikta olabildik. Yunan karasularina girmeme nedenini de daha sonra hayretle ogrendim.. Turk bayragini indirip Yunan bayragini asmaya usenmesiymis!! Onu zaten ben yapiyorum, ve rotayi uzatmayi goze alarak oyle dolasmasina halen anlam veremiyorum..

Her neyse, Cunda adasi ile Ayvalik marina arasi gecis cok enteresan bir yermis. Daha once karadan gormustum ama, denizden gecince gercekten daha da ilginc gorundu.. O kadar cok siglik olan bir koy ki Ayvalik, her yerde kardinaller, fenerler var. Hangisinin neresinden gecilecegine cok dikkat etmek gerekiyor. Marinaya giderken de fenerlerle isaretlenmis bir bogazdan geciliyor ve tekrar derin sayilabilecek sulara cikiliyor karaya daha yakin olmasina ragmen.. Sanirim burasi gol olucakmis da son anda denize baglanasi gelmis..

Ayvalikta bizi Cunda'da evleri olan halamlar karsiladilar, ve o geceyi onlarin evinde gecirdik. Ekibimizden Rana'yi da o aksam Istanbul otobusune bindirdik ve ertesi gun gelecek olan arkadaslarimizi beklemeye koyulduk...

24 Ağustos 2010 Salı

Denizde "Keyif"li Gunler.. Part 3 - Ve Bozcaada'dayiz

Bozcaada'ya yanastiktan ve bir sure denize girip Ege'nin zevkini cikardiktan sonra annemin arkadasi, bizim fahri Bozcaada muhtari dedigimiz Ferhat Abinin gonderdigi (oglu askere gittigi icin kendisi yoktu) calisani bizi alip merkezin biraz disarisindaki yeni actigi Tayyare Pizza'ya goturdu. Eger Bozcaada'daysaniz, ve balik vs disinda birseyler yemek istiyorsaniz, pizza severseniz, mutlaka ama MUTLAKA gitmelisiniz! Cok guzel bir Bozcaada sarabi olduguna karar verdigimiz (sonradan istanbula getirmek icin 3 sise aldik) Camlibag Cabernet esliginde peynir tabagini baglara karsi mideye indirdikten sonra pizzalarimiz geldi.. Hepsi birbirinden goz ve mide doyurucu, daha da onemlisi inanilmaz lezzetliydi.. Benim yedigim Ada Pizza, tam bir Ege pizzasiydi, ezine peyniri, 4 cesit ege otu, kurutulmus domates, karamelize sogandan olusan malzemeleri cok basarili bir kombinasyon olmustu. Hepimiz birbirimizinkinden tattigimiz icin, annemin 4 peynirlisinin Istanbulda yedigim butun 4 peynirlilerden daha iyi oldugunu, babamin Bresaola'lisi ile Rana'nin Carpaccio'lusunun roka ve parmesaniyla olan butunlugu, su anda bu satirlari yazarken agzimin suyunu akitmaya yetecek kadar guzeldi! Merak edenler icin telefonu 0286 697 80 75

Yemek faslimiz bittikten sonra merkeze gidip ara sokaklara daldik. Nasil sevimli nasil sirin dukkanlarla, cafelerle, pansiyonlarla dolu arnavut kaldirimli yollar.. Avsa'dan sonra, iste ada dedigin boyle olmali diye kesin karar verdim. 

Birkac saatlik ada turundan sonra yorgunluktan tekneye donup uyuduk. Ancak 2 saat kadar sonrasinda uykumuz disaridan gelen seslerle bolundu. Rana zaten disarida yatmaya karar verdigi ve olaya basindan beri hakim oldugu icin uyku sersemi nooooluyo diye disari cikan babamla bana butun olaylari anlatti.. Soyle ki, gece saat 9 siralarinda 3 tekne yanimiza yanasan koccamaan (mohkem) teknenin icindekiler, adada bir guzelce kafalari cektikten sonra gece 12de adadan ayrilip istanbula gitmeye karar vermisler. Ancak, olduklari yerden cikarken, sancak tarafindaki teknenin demir halatina pervanelerini takmislar, haliyle halat pervaneye dolanmis ve orda kala kalmislar. Tekne sahibi, cakir keyif ve de gobekli amca dalip kesebilecegini dusunmus. Ha bu arada motoryat oldugu icin ve bunlar cok cafcafli seyler oldugu icin altta denizin icini aydinlatan isiklari var teknenin, boylece isinin kolay olacagini dusunmus. Yaklasik 1-1bucuk saat debelendikten sonra o gobekle ve alkol seviyesiyle yapamayacagina karar vermis. Ne yapsak ne yapsak diye dusunurken o sirada karadan seyreden bi adam(!) ben dalgicim, gidim esyalarimi alayim geleyim yardim edeyim demis. Sonradan Rana ile bu adamin gunduz adaya yanastigimizda kenarda ayaginda paletleri uzerinde dalgic kiyafeti dolasan, bizim deli zannettigimiz adam oldugunu farkettik. Adam gidip esyalarini alip 2 arkadasi ile ufak teknesi ile bu mohken teknenin yanina yanasip dalip 15 dk icinde halati keserek gorgusuz ve deniz bilgisinden yoksun arkadaslari yollarina cikacak duruma getirmis bulundu. Ve biz diger tekne sahipleri uykumuza geri donebildik..

Sabah bu sefer erken uyanmak zorunda degildik, rotamiz Ayvalikti ve onceki 2 gune gore yaklasik 25-30 mil daha az gidecektik, o yuzden guzeeel bir uyku cektik. 

Devami gelecek..

Denizde "Keyif"li Gunler.. Part 2

Avsa'dan ciktigimizda sabah saatlerimiz 6yi gosteriyordu yine.. Yolumuz yine uzun oldugundan erkenciydik. Gecilecek bir Canakkale Bogaz'i ve sonunda hasretle ulasilacak bir Bozcaada vardi.. Yolun cogunda yelken acamayacagimizi biliyorduk, nitekim bogaz gecislerinde yaris zamanlari haricinde yelkenle gitmek yasak, ama bari Avsa-Bogaz girisi arasinda ruzgar olsaydi da o Bogaz gecerkenki patir patir motor sesi sabahtan bizimle olmasaydi.. 

Neyse, her seye ragmen yine keyfimiz yerindeydi. Teknedeki gorev dagilimimiz soyleydi, cogunlukla Dursun (otopilotumuz), gerektiginde Babam dumende, ben elimde Garmin Navigasyon babama nerden gitmemiz gerektigini, kac derece sancak kac derece iskele yapmasi gerektigini soylemekte, Annem genellikle mutfak islerinden sorumlu, babamin ortaginin kizi Rana da cani ne isterse bolumundeydi.. Zaten yelken daha hala acamadigimiz icin cok da is yoktu. 

Sonunda Marmara Denizini kat edip Canakkale Bogazina varabildik. Hem kocaman kocaman yuk gemilerine, feribot ve motorlara hem de bogazdaki birsuru sigliga dikkat ederek bogazi da gectik. Bogazi gecerken bu sefer uyanik (tekneyi kisin getirirkenki havanin sahaneliginden pek ayik degildim onceki seferde) oldugumdan etrafa da bakinma sansim oldu. Canakkalenin gecilmezligi ile ilgili birkac heykel/anit, yazi ve bayrak ile karsilikli 2 kale disinda cok da enteresan birsey yoktu. Butun Turkiye'de oldugu gibi anlamsiz, butun sehirden uzak ama yesillikler icinde denize nazir, bogazin farkli yerlerinde ve iki yakasinda da yaklasik 15 tane villa da vardi. Ben bunu da mesela hic anlayamamisimdir. Tamam yesillikler icerisindesin, deniz manzaran var, buyuk ihtimalle luks bir evde de oturuyorsun ama sehir kac bin kilometre otende?? Sosyallesmek icin bitek sitedekilerle mi takilicaksin? Hadi sen kendini hallettin cocugun varsa, arkadaslariyla bulusmak istese her seferinde soforluk mu yapicaksin?? 

Ve Ege...
Her neyse, konuyu saptirmayayim.. Bogazi gectik ve sonunda sevgili(m) Ege'ye vardik. Gercekten inanilmaz birsey, o bogaz bitip Ege'ye baglandigimiz anda mi degisir denizin rengi, berrakligi, hatta kokusu bile?? Bir anda o koyu gri-yesil deniz masmaviye dondu, metrelerce dibi gorunmeye basladi, piril piril bir gunesin altinda bir de guzel ruzgar cikti ve yelkenlerimizi actik sonunda, ve Bozcaada'ya dogru ilerlemeye devam ettik..

Ben artik zaten mutluluktan ve zevten dort kose olmus durumdaydim. O anda anladim ki annemler de olsa herhangi baska birisi de olsa o teknede fark etmezdi, kimseden sikilmaz bikmaz bunalamazdim Ege'de oldugum surece.. 

Aksamuzeri 6-7 civarlarinda Bozcaada limanina girdik ve hayatimizda ilk defa demir atarak limana baglandik. Ilk defa olmasina ragmen babamla cok uyumlu bir takim calismasi gosterek (ben demirde o dumende) cabucak baglandik ve kisa da olsa Bozcaada maceramiz basladi.. O da birdahaki sefere..

Denizde "Keyif"li Gunler.. Part 1

Soz verdigim gibi, teknemizi Didim'e indirme yolculugumu yazma vaktim geldi de geciyor sanirim. En basindan baslayalim bakalim. 

Tekneye binmeden once en buyuk korkum annemlerle 9 gun boyunca, birbirimizden en fazla 13 metre uzakta olabilecegimizden dogabilecek can sikintisiydi. Ama neyse ki bizimle gelen arkadaslarimizin da katkisiyla bu korkum hic gercege donusmedi..

Marmara'nin ve Avsa'nin gereksizligi..
Bir deniz ne kadar sikici, ne kadar ic karartici olabilir ki? Su sonucta, ve su candir, her turlu mutlu eder insani, ayri bir heyecan ayri bir sevgi katar insanin gunune.. Ama eger bahsettiginiz deniz Marmara Denizi ise bazen isler degisiyor. Istanbul'da yaptigimiz gunubirlik gezilerde fark etmemistim bunu, sonucta Istanbul'dan birkac saatlik kacislara donustugu icin insan fark etmiyormus ama Istanbul'dan cikip rotani Ege'ye cevirince insan bir anda bu deniz nasil bir deniz diye dusunmeye basliyor. Bir kere dogru duzgun konaklayacak hicbir yer olmadigi icin 2 gun ust uste yaklasik 75-80 mil yol yapmak zorunda kaliniyor, bu da yaklasik 10-12 saatlik seyire tekbul ediyor. Tabi yol bu kadar uzun olunca ruzgar tersine gelirse rotani degistirip yolu uzatarak ruzgari yakalamak ve yelkenle gitmek, geceye de kalmak istenmiyorsa imkansiza donusuyor. 55 beygir gucundeki motorla butun yol gidiliyor ve insan daha ilk gunden acaba bir hata mi yaptim bu tekneye binerek diye icinden geciriyor. Tabi deniz birazcik guzel olsa yine bir nebze cekilebilir belki, ama Marmara oyle bir deniz ki, 1 metre asagisi gorunmuyor, her yerde renk grimsi yesil, ara ara copler, denizanalari vs geciyor, koylari yok, ee napicaksin? Denize girsen girilmez, ayaklarini bile sokmak gelmiyor icinden, kagit da oynayamiyorsun kagitlar ucuyor, ya butun yol yemek yiyip obez olucan, ya da oturup kitap okuyacaksin. Ben de kitap secenegini sectim. Ama o kitabi okumaya baslayinca guvertede, insan butun bu olumsuzluklari bir anda unutuyormus. Sonucta acik havadasin, bir sekilde su sesi geliyor, ruzgar da oldugu icin bunalmiyorsun, daha guzel ne olabilir ki..

Iste butun bunlari dusunerek saat 6 civarinda Avsa'ya vardik ilk gunumuzde, yaklasik 12 saatlik bir seyirden sonra. Avsa'yi hep merak etmisimdir, ozellikle de yuzerkenki egzantrik antrenorumuz Ergun Abi her sene Avsa'ya gidip soyle guzel boyle guzel diye dondugu icin, aklimda nasil bir ada canlandirmissam artik, adaya ayak basar basmaz butun hayallerim sondu! Daha sonradan Kristin'le de konustugumuz gibi, ada gercekten kendine has bir mimariye sahip: Gecekondu Mimarisi!! Hepsi birbirinden alakasiz, kel kor, kohne binalarla dolu, hicbir kendine has havasi olmayan bir adaymis megerse Avsa! Ben butun adalarin kendine has bir havasi, bir sicakligi olur diye dusunurdum hep, Istanbul'dakiler bile oyle degil midir zaten? Ama bu dusuncem Avsa Adasini kapsamiyormus malesef.. Dusunun, bazi erzaklarimiz az oldugu icin karaya baglaninca Tansas'a gittigimizde annemle birbirimize bakip, teknede otursak aksam yemegi yesek daha keyifli olacak galiba dedik, boyle gereksiz bir yer yani, insanin cani azicik da olsa dolasmak, kesfetmek istemiyor adayi. Bu ilk ve umarim son gelisim olmus olur Avsa'ya.. 

2. gunumuzde Avsa'dan cikip Canakkale Bogazi'ni gecerek Ege'ye ve daha sonra da Bozcaada'ya vardik, ama maceramizin bu kismi bir dahaki sefere...

25 Kasım 2009 Çarşamba

ege... devam...

benim yarinim biraz gec geldi, kusura bakmayin artik :) cok yazmak istedigim seyler var aslinda ama ben yine de soz verdigim gibi egeyle devam edeyim..

pazar sabahi uyandigimda hava hala cok cok guzeldi, kasim ayiyla yakindan uzaktan alakasi yoktu, ben de mini etegimi ve tshirtumu uzerime gecirip bir miktar terastan denizi izledikten sonra alacatiya gittim kahvalti etmeye.. tabi yazin acik olan o bisuru sosyetik kahvalti mekani bu mevsimde kapali, ben de hazir buralardayim bi kumru ile doyurim karnimi dedim.. iyi de yaptim, sonra yine alacati sokaklarinda bir miktar yuruyup tekrar tekrar asik olduktan sonra orta kahvede bisiler icmeye karar verdim. normalde bitki cayi cok sevmem ama kendi ozel karisik bitki caylari vardi, deneyesim geldi, iyi ki de gelmis.. cayimin icinde gul, tarcin, ihlamur ve su anda ne oldugu hakkinda hicbi fikrim olamayan toplam 12 cesit bitki vardi, ve karisinca cok guzel bir tat olusturuyorlardi, hatta yaninda ikram ettikleri firindan yeni cikmis yine egeye ozgu lor kurabiyelerini de yedikten sonra o sandalyeden kesinlikle kalkmak istemedim...

neyse bir sure sonra, bari bu kadar geldim, hava da guzel, her ne kadar mayom yanimda olmasa da deniz kenarin bir gideyim dedim.. normalde yazin babylona ait olan, simdiyse birkac bekcinin yeri olan plaja gittim, ayakkabilarimi cikardim ve egenin sularina dege dege uzerimdeki butun stresi attim...

gezimin geri kalan kismi genellikle istanbula geri donusle ilgiliydi her ne kadar istemesem de. gercekten burda yasamak istiyorum ben.. ama daha istanbulda kendi evime yeni ciktigim ve bir sure daha istanbulun ve kendi evimin zevkini cikarmak istedigim icin bu hayalimi 2 yil sonra yapabilecegimi dusunuyorum.. benimle gelmek isteyen var mi??

17 Kasım 2009 Salı

ege...

"haftasonu icin gidilir mi..", "2 gun napicaksin..", "hic mevsimi degil ki.." tarzi sorulara aldirmayip haftasonu ucaga atlayip izmire uctum. kan cekiyor sanirim bir yerden sonra, dayanamiyorum. bi sekilde bisey ayarlayip kaciyorum. ve her seferinde tekrardan asik oluyorum ege'ye..


bu sefer ilk defa kasim ayinda izmir'deydim. ilk gecemi bircok izmirli genc gibi kordonda gecirdikten sonra, cumartesi gunduz ilk olarak efes'in yolunu tuttum. ilk ve son olarak 5 yasinda gordugum icin tabi ki de hatirlamiyordum. hem turist sezonu olmamasindan dolayi hem de sansima havanin kasim degil de sanki mayis-haziranmis gibi guzel olmasindan oturu cok keyifli bir sekilde butun efesi gezdim. bir de ilk gecerken kocaman otobuslerden efesin girisini kacirdigim icin tepenin en ustundeki meryem ana'nin evine de gitmis oldum. orasi da, bence turistik gezi yeri olarak degerlendirilmenin yaninda park olarak da hizmete acilsa cok daha hos bir yer olabilecek enteresan bir alan. saat 3e yaklasirken hem efes turum bitmisti hem de karnim acikmaya baslamisti, ben de 8 km ilerideki sirince koyune, hem karnimi doyurmaya hem de unu buralarda da duyulan sirince saraplarindan tatmaya gittim. sirince, gercekten sadece "sirin" sifatiyla tanimlanabilecek, bir tepenin ustunde konumlanmis, egede olmasina ragmen denize bir hayli uzak bir koy. cok hos ve bakimli eski evlerinin, guzel koy kahvelerinin ve ilginc meyve saraplarinin disinda beni etkileyen pek bir ozelligi olmadi acikcasi. ha bir de tarhana satan teyzeler vardi, onlar tam birer ege teyzeleriydi, sevmemek imkansizdi kendilerini, zaten bir tatli bir de acili tarhana almami heralde baska turlu aciklayamam :) 


izmir'e gitmeden once acaba cumartesi aksamini sirince'de mi gecirsem diye dusunurken birkac pansiyona telefon etmistim ancak hepsi doluydu, ve iyi ki dolularmis, cunku hem pek yapacak birsey kalmamisti, hem de kasim ayinda cesme ve alacatinin nasil oldugunu merak ediyordum. ben de atladim cesme'ye gittim. once birkac oteli gezip fiyat sorup odalarini gezdikten sonra, cesme merkez'de kocaman terasi olan denizin dibinde bir odaya yerlestim. aklimda once alacatiya gidip biraz yurumek, sonra cesmeye donup yuruyerek gidebilecegim bir yerde raki/balikla geleneksel izmir aksam yemegi rituelini tamamladiktan sonra birkac bira alip odamin terasinda denize karsi icmeye devam etmek vardi.. 


ancak gece soyle gelisti... alacati'ya gittim, yazinki halinden eser olmayan, ve bence cok daha etkileyici, sirf yerli halkin oldugu cogu turistik mekanin kapali oldugu tas evler arasindaki o guzel sokaklarinda yurudum. "kose kahve"de kendime bir votka&satsuma ismarladiktan ve etraftaki tek tuk insanla sohbetimi yaptiktan sonra cesmeye dondum. otelimin civarinda bu mevsimde de acik olan 4 mekandan bir tanesi olan "penguen"i, biraz da ismi daha sirin geldigi icin sanirim, rast gele secip iceri girdim. yemegimi ve rakimi ismarladim.. benden baska mekanda gecesini geciren diger iki masayla muhabbete basladim.. sonra tam baligim gelmeden once bir de baktim ki, yandaki buyukce masadaki bayanlar yanlarindaki cocugu gidip evinden gitarini alip sarki soylemesi icin ikna etmeyi basarmislar, cocuk elinde gitariyla cikageldi, bir tabureye oturdu. ve oyle bir soylemeye basladi ki, beni taniyanlar bilir sarki soylemeyi cok sevmem, heralde 3 saat veya cocuk kac saat calip soylediyse, ben de durmadan eslik ettim :) zaten bizim eglencemizi disaridan goren birkac kisi daha geldi daha sonra ve geceyi 5 masa olarak tamamladik. 


gece sona erdiginde acaba terasimda devam etsem mi diye dusunurken bira almak icin acik bakkal goremeyince saatin 3 oldugunu farkettim, ve 5 saattir Penguende oturdugumu anladim :) sicacik egenin sicacik insanlariyla cok keyifli bir cumartesi gecesi gecirmis oldum boylece..


simdi sanirim pazar gunumu ve izmir donusu dusunduklerimi de yazarsam cok uzuyacak bu entry, o yuzden onlari da yarina birakayim..